Fanustaki Hayatlar: Narsisizmin Cam Duvarlarını Aşmak

Hiç kendinizi hayatı sanki bir camın arkasından izliyormuş gibi hissettiğiniz oldu mu? Ya da belki etrafınızda dokunulmaz gibi görünen, inanılmaz derecede kendine güvenli ama bir şekilde mesafeli duran insanlar tanıdınız mı? İşte bugün, ruhumuzun derinliklerindeki bu “camdan duvarlara” yakından bakacağız. Konumuz, psikanaliz dünyasının duayenlerinden, klinik deneyimi ve akademik çalışmalarıyla uluslararası alanda tanınan, Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmiş Prof. Dr. Vamık Volkan’ın “Fanustaki İnsanlar” kitabında ustalıkla işlediği “abartılmış narsisizm”. Volkan, bu kitabında bizleri psikanaliz divanına davet ederek, “fanus” metaforuyla tanımladığı bu karmaşık iç dünyayı anlamamıza yardımcı oluyor. Unutmayalım ki, burada anlatılanlar yıllarca süren karmaşık ve derinlemesine psikanaliz süreçlerinin kısa özetleridir; kitabın kendisi bu yolculukların tüm zenginliğini sunmaktadır.

Narsisizm Merceğinden: Fanusun İçinde Ne Var?

Öncelikle şunu belirtelim: Vamık Volkan’a göre narsisizm, yani kendimize duyduğumuz sevgi ve değer, sağlıklı bir psikolojik yaşam için tıpkı nefes almak gibi bir ihtiyaçtır. Ancak sorun, bu ihtiyacın “abartılmış” bir hale gelmesiyle başlar.

Abartılmış narsisizmde kişi, adeta ikiye bölünmüş bir iç dünya ile yaşar: Bir yanda, dışarıya gösterdiği görkemli, kusursuz, kendine hayran, sürekli takdir bekleyen bir “vitrin benlik”; diğer yanda ise derinlerde gizlenen, sevilmeye ve onaylanmaya “aç”, utanç ve aşağılık duygularıyla dolu bir “arka oda benlik”. Bu iki parçanın birbirinden kopuk (bölünmüş) olduğunun ve bir türlü bütünleşemediğinin altını çizebiliriz. Volkan’a göre bu durumun kökenleri sıklıkla, çocuğun ebeveynleri tarafından gerçekten görülmediği, içtenlikle sevilmediği hissettiği erken dönem yaşantılarına dayanır. Çocuk, bu eksikliği telafi etmek için bilinçdışı bir mekanizmayla kendine yönelik sevgisini ve önemini abartılı bir şekilde şişirir. Bu şişirilmiş benlik, çocuğa belki de ebeveyni tarafından bilinçdışında “kurtarıcı” olma gibi özel bir rol atfedilmesiyle de beslenebilir.

Peki ya gizlenen o “aç” taraf? O benlik kısmı yüzeye çıkmaya çalıştığında kişi yoğun bir utanç ve hatta depresyon yaşayabilir. Bu acı verici duygulardan kaçınmak için de genellikle büyüklenmeci tarafına daha sıkı sarılır, fanusunu daha da kalınlaştırır, savunmalarını artırır.

Fanus Nasıl Çalışır? Demir Küre ve Cam Vazo

İşte “fanus” metaforu burada kilit bir rol oynar. Bu görünmez fanus, kişinin şişirilmiş büyüklenmeci benliğini incinmekten korur. Kişi, fanusun ardından dış dünyayı sürekli tarar; kimlerin ona hayranlık duyduğunu, kimlerin onu küçümsediğini analiz eder. Ancak ne hayranlarını ne de değersiz bulduklarını gerçek anlamda içeri almaz; ilişkiler hep bir kontrol mesafesinde tutulur. Fanus, kişinin sanki başkalarının duygusal etkilerinden yalıtılmış, kendi kendine yeterli olduğu yanılsamasını sürdürmesine yardımcı olur. Analistle olan ilişkide bile bu duvar hissedilir; analistin sözleri sanki bu görünmez bariyere çarpıp geri döner, içeri girmesi için özel bir çaba veya hastanın izni gerekir.

Volkan’ın kitabındaki vakalarda bu fanusun farklı tezahürlerini görürüz. Brown, kendini dış dünyadan tamamen soyutlayan, aşılması güç bir “demir küre” içinde yaşarken; Jennifer, dışarıyı gözlemlemesine izin veren ama gerçek teması engelleyen şeffaf bir “cam vazo” veya “kubbe” altında saklanır. Brown, analisti bile demir küresinin dışında tutarak, içerideki tek kişilik saltanatını sürdürmeye çalışır; Jennifer ise fanusun içinden dışarıyı süzerken, gelen yorumları ancak istediğinde içeri alır. Her iki durum da derin bir yalnızlığı ve gerçek ilişkilerden kopukluğu beraberinde getirir.

Divandaki Yansımalar: Brown ve Jennifer’in Dünyaları

Volkan, bu soyut kavramları iki danışanının analiz süreçlerinden çarpıcı örneklerle canlandırır:

  • Brown (“Donuk Prens”): Başarılı, zeki bir hukukçu ama duygusal olarak buz kesmiş gibidir; konuşması monoton, tepkileri ölçülüdür, hatta analistte sıkıntı ve yalnızlık hissi uyandırır. Büyüklenmeci tavrının kökleri, ailesinin şanlı geçmişine (Bağımsızlık Bildirgesi’ni imzalayan bir ata) ve “onun kadar önemli olma” zorunluluğuna dayanır. Bu beklenti, onu hem yukarı tırmanmaya iter hem de yetersizlik korkusuyla merdivenlerden (başarıdan) korkmasına neden olur. Gerçek yakınlıktan kaçmak için “cömert kadın” gibi tekrarlayan “geçiş fantezileri” kullanır; bu fanteziler, bir çocuğun battaniyesine sarılması gibi, dış dünyayla arasındaki mesafeyi kontrol etmesini sağlar. Analiz sürecinde, kardeşinin doğumundan sonra annesini kaybettiği hissini, kıskançlığını ve yalnızlığını yansıtan bir “perde anısı” (dalları olmayan ağaç kütüğü; bu tür anılar gerçek bir olayın parçacıklarıyla bilinçdışı duygu ve fantezilerin karışımıdır) hatırlar. Veya bebekliğindeki anneyle ilişkisinin karmaşıklığını (hem beslenme hazzı hem de bunaltıcı, “boğulma” hissi) fiziksel duyumlar düzeyinde yeniden deneyimlediği “Isakower Olgusu” gibi derin yaşantılarla yüzleşir. Bu, kelimeler öncesi döneme ait izlerin analizde nasıl ortaya çıkabileceğini gösterir. Ailesinin anlattığı “bol süt” mitinin aslında doğru olmadığını, annesinin onu çok kısa süre emzirdiğini öğrenmesi, narsisistik yarasının kökenlerini ve büyüklenmeci savunmasının temelini anlamasında önemli bir adım olur. Analizdeki önemli dönüm noktalarından biri, “Sekizinci Henry Fantezisi”dir. Bu fantezede Brown, hem zalimliği ve gücüyle kendi büyüklenmeci ve yıkıcı tarafını, hem de aşırı kilolarıyla (ve belki de karılarını kolayca ‘değiştirmesiyle’) bebekliğindeki hem idealize ettiği hem de korktuğu anne imgesini temsil eden kralı sembolik olarak yakalayıp hapseder. Bu, bölünmüş “iyi” ve “kötü” parçalarını bir araya getirme ve bütünleşme yolunda kritik bir adımdır.
  • Jennifer (“Seramik Bebek” / “Güneyli Güzel”): Güzelliğiyle dikkat çeken ama kocası tarafından boğulma girişimine rağmen travmasını inkâr eden, başlangıçta analize bambaşka bir sebeple (çocuk istememek) gelen bir genç kadın. Geçmişi, Amerikan İç Savaşı sonrası Güney’in kültürel mirasıyla (ırkçılık, beyaz üstünlüğü mitleri) ve karmaşık aile dinamikleriyle (mesafeli, rekabetçi beyaz anne ve sıcaklık veren ama değersizleştirilen siyahi dadı Sarah ikilemi) örülüdür. Bu “iki anne” figürü arasında bölünmüşlük, yani bir yanda idealize edilen ama soğuk olan, diğer yanda sıcaklık veren ama aşağılanan iki farklı anne imgesini iç dünyasında barındırmak, Jennifer’ın sağlam ve bütünlüklü bir kimlik oluşturmasını zorlaştırmıştır. Özellikle Sarah’nın, kız kardeşinin doğumuyla onu “terk etmesi” derin bir yara açmıştır; bu, önce sevilip sonra terk edilme travmasıdır. Jennifer’in çocukluğunda oyuncaklarla, yani “geçiş nesneleriyle” (duygusal düzenleme ve dünyayı keşfetme aracı olan nesneler) oynamasının engellenmesi, onun daha sonra kültürel ve yaratıcı alanlarla bağ kurmasını da zorlaştırmış olabilir. Jennifer’in iyileşme süreci, standart analitik yorumların ötesine geçerek, “gerçekleşen bilinçdışı fantezilerini” (çocukluk travmalarının o kadar yoğun olduğu durumlar ki, onlarla ilgili fanteziler kişinin zihninde şimdiki zamanda da ‘gerçekmiş’ gibi hissedilir, iç dünya ile dış gerçeklik arasındaki çizgi bulanıklaşır) çalıştığı bir “terapötik oyun” aracılığıyla ilerler. “Aç” kalmış benliğini temsil eden bakımsız bir atı, Sarah’nın yerine koyduğu (ve bu kez onu terk etmeyen) idealize edilmiş ‘iyi anne’ figürü Fanny ile birlikte dokuz ay boyunca (yeniden doğuşu simgelercesine) aktif olarak besleyip iyileştirerek, aslında kendi içindeki ihmal edilmiş parçayı onarır. Bu süreçte giyim tarzının değişmesi (şık elbiselerden kot pantolonlara), bölünmüş kimliklerini (sabah atla uğraşan kadın, öğleden sonra hayranlık bekleyen bebek) birleştirme çabasını gösterir. Tekrarlayan “cam vazodaki papatya” rüyası ve vazonun zamanla çatlayıp kırılması, savunmalarının çözülmesini, korunma ihtiyacının azalmasını ve kadınlığa dair korkularıyla yüzleşerek gerçek benliğinin ortaya çıkışını simgeler. Yıllar sonra analistiyle yaptığı son görüşme, onun ne kadar olgunlaştığını, kendi kararlarını verebildiğini ve önceliklerini (çocukları) belirleyebildiğini gösterir.

Psikanaliz Yolculuğu: Fanustan Çıkışa Doğru

Peki, bu derin yaralar ve karmaşık savunmalar nasıl çalışılır? Psikanaliz süreci, sabır ve keşif gerektiren bir yolculuktur:

  • Aktarım (Transference): En temel araçlardan biridir. Kişi, geçmişindeki önemli figürlerle yaşadığı ilişki kalıplarını, duygu ve beklentilerini farkında olmadan analistle olan ilişkisinde yeniden canlandırır. Brown’ın analiste karşı başlangıçtaki mesafesi ya da Jennifer’in onu “beyaz anne” veya sonra “ideal baba” gibi görmesi buna örnektir. Bu, geçmişin bugünü nasıl etkilediğini canlı bir şekilde görme ve dönüştürme fırsatı sunar.
  • Analistin Rolü: Analist sadece yorum yapmaz. Aynı zamanda hastanın aktardığı zorlayıcı duygulara (bazen küçümseme, öfke, bazen de yoğun bir aşk) dayanır, onları kapsar ve kişisel tepki vermeden terapötik mesafeyi korur. Analistin kendi içinde uyanan duygular (“karşı aktarım”), örneğin hastanın yarattığı sıkıntı veya fanusun yarattığı dışlanmışlık hissi, hastanın iç dünyasına ve ilişkisel kalıplarına dair önemli ipuçları verir. Analiz süreci, özellikle Brown ve Jennifer gibi daha karmaşık kişilik yapılarıyla çalışırken, “rutin” tekniklerin ötesine geçmeyi, hastanın sözel olmayan iletişimlerini ve eylemlerini (Jennifer’in “terapötik oyunu” gibi) anlamlandırmayı gerektirir.
  • Hedef: Bütünleşme: Amaç sadece “anlamak” değildir; kişilikte “yapısal bir değişiklik” yaratarak, fanusun ardına itilmiş “aç” benlikle görkemli “vitrin benliği” bütünleştirmek, daha esnek, gerçekçi ve işlevsel bir kendilik algısı oluşturmaktır.
  • Kültür ve Tarihin Yankıları: Volkan’ın özellikle vurguladığı gibi, bireyin ruhsal yapısı, içinde büyüdüğü ailenin ve toplumun kültürel kodlarından ve tarihsel mirasından bağımsız değildir. Brown’ın aile öyküsü veya Jennifer’in Güney mirası ve ırk ilişkileri bağlamı, analizde çalışılması gereken önemli katmanlardır; çünkü kimliğimiz, sadece kişisel geçmişimizle değil, kolektif geçmişimizle de şekillenir.

Narsisizm ve Toplum: Başarıdan Liderliğe

Volkan, kitabının sonlarına doğru önemli bir noktaya daha dikkat çeker: Abartılmış narsisizm her zaman başarısızlığa veya işlevsizliğe yol açmaz. Bu yapıdaki bazı bireyler, sahip oldukları özgüven, karizma, enerji ve manipülasyon yetenekleriyle iş, sanat veya politika dünyasında son derece başarılı olabilir, hatta kitleleri peşinden sürükleyen liderler haline gelebilirler. Özellikle kriz zamanlarında veya toplumsal bir boşluk hissedildiğinde, insanlar kendilerine çok güvenen, “kurtarıcı” gibi görünen bu liderlere yönelebilirler. Tarih, bu tür liderlerin hem büyük başarılarına (toplumları ileriye taşıma) hem de büyük yıkımlara (başka grupları aşağılama, ezme) neden olabildiğini gösteren örneklerle doludur. Bu da narsisizmin ne kadar karmaşık ve çok boyutlu bir konu olduğunu, bireysel psikolojiden toplumsal dinamiklere uzanan geniş bir yelpazede değerlendirilmesi gerektiğini gösterir.

Son Söz

Vamık Volkan’ın “Fanustaki İnsanlar”ı, sadece narsisistik yapıları değil, hepimizin zaman zaman kendimizi içinde bulduğumuz görünmez duvarları, anlaşılma ve samimi bağ kurma özlemimizi anlamak için değerli bir kaynak. Fanusun içinden çıkmak, bölünmüş parçaları bütünleştirmek zorlu ama imkansız olmayan bir yolculuktur.

Kendi iç dünyamıza dürüstçe bakmak, belki de o cam duvarları aralamanın, daha özgür ve gerçek bir yaşama adım atmanın başlangıcıdır. Unutmayalım ki, anlaşılmak ve değişmek her zaman mümkündür. Eğer bu yazıda anlatılanlar sizde derin yankılar uyandırdıysa, bir ruh sağlığı uzmanından destek almanın, bu yolculukta size eşlik edecek değerli bir adım olabileceğini unutmayın.

Merakınızı kaybetmemeniz dileğiyle…

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir