Gölgede Kalan Yaralar: Travma, Narsisizm ve “Hayvan Katili”nin Öyküsü

Bugün sizlerle insan ruhunun en karmaşık ve bazen de en karanlık köşelerine bir yolculuk yapacağız. Konumuz, ünlü psikanalist Vamık Volkan’ın “Hayvan Katili” adlı kitabında detaylıca incelediği, “Peter” adını verdiği bir vaka. Bu sadece bir kişinin hikayesi değil; aynı zamanda savaşın görünmez yaralarının, travmaların nesilden nesle nasıl fısıldandığının ve narsisizm dediğimiz o karmaşık kişilik örgütlenmesinin bir portresi. Peter’ın hikayesi, dışarıdan bakıldığında son derece başarılı bir yaşam ile iç dünyadaki derin parçalanmışlık arasındaki tezatlığı da gözler önüne seriyor. Volkan’ın, Peter’ın kimliğini korumak adına büyük özen gösterdiğini ve vakanın etik hassasiyetle ele alındığını belirterek, Peter ve onun iç dünyasındaki “misafir” Gregory’nin hikayesine başlayalım.

Savaşın Uzak Yankıları: Gregory’nin Travması ve Sessizliği

Her şey, İkinci Dünya Savaşı’nın acımasız günlerinde başlıyor. “Gregory” adını verdiğimiz adam, Filipinler’deki Bataan Ölüm Yürüyüşü’nden sağ kurtulanlardan biri. Bu yürüyüş, binlerce askerin açlık, susuzluk ve Japon askerlerinin zalimliği altında can verdiği, tarihin en korkunç olaylarından biri. Gregory, bu cehennemden ve ardından geldiği O’Donnell esir kampındaki akıl almaz koşullardan (hastalık, yetersiz beslenme, sürekli ölüm tehdidi) sağ çıkmayı başarıyor ama ruhunda derin yaralar açılıyor. Savaş bittiğinde fiziksel olarak kurtulsa da, yaşadığı travmalar onu asla tam olarak terk etmiyor. Belki de en önemlisi, Gregory bu dehşet verici deneyimler hakkında hiç konuşmuyor. Bu sessizlik, travmanın zehirli mirasının temelini atıyor. Memleketine döndüğünde, eski hayatına adapte olmakta zorlanıyor, insanlardan kaçıyor ve ailesiyle birlikte sosyal olarak yalıtılmış bir hayata, kendi içine hapsoluyor.

Birleşen Kaderler: Peter ve Gregory

İşte tam bu noktada Gregory, hayatının yönünü değiştirecek insanlarla tanışıyor: Libby ve onun küçük oğlu Peter. Libby, yoksul bir geçmişten gelen, babası tarafından terk edilmiş Peter’ı annesiyle birlikte büyütmeye çalışan, muhtemelen kendisi de hüsran ve kızgınlık dolu bir kadın. Küçük Peter, bu ortamda aşırı korumacı, müdahaleci ve muhtemelen depresif iki kadın tarafından büyütülüyor. Aşırı besleniyor, kendi yatağı bile olmadan anneannesiyle uyuyor ve sürekli “iyi çocuk” olması yönünde baskı görüyor.

Gregory, bu küçük daireye ve Libby’nin hayatına sığındığında, Peter henüz üç yaşında. Gregory, belki de bilinçdışı bir şekilde, Peter’ın bu “hapsedilmiş” durumunda kendi esirlik günlerinin çaresizliğini görüyor. İşte burada Vamık Volkan’ın “yığma” (depositing) olarak adlandırdığı o kritik psikolojik süreç devreye giriyor. Gregory, kendi paramparça olmuş, travmalı benlik imgesini, henüz kişiliği tam oturmamış olan küçük Peter’ın üzerine “yığıyor”. Bu, basit bir özdeşleşmeden farklı; çünkü burada aktif olan yetişkin. Gregory, kendi acısını, korkusunu ve travmatik imgelerini (hatta belki failin imgesini bile) Peter’ı bir depo gibi kullanarak ona aktarıyor. Peki neden? Belki de kendi taşıyamadığı yükten kurtulmak, belki de bu travmayı dışsallaştırıp kontrol edebileceği bir alan yaratmak için… Peter, farkında olmadan, Gregory’nin taşıyamadığı ruhsal yükü taşımaya başlıyor.

“Ada İmparatorluğu” ve Narsisizmin Gölgesi

Yıllar geçiyor, Gregory maddi olarak toparlanıyor, Libby ile evleniyor ve daha büyük bir eve taşınıyorlar. Ancak Gregory’nin konuşulmayan travması ve Peter’ın üzerine yığılan bu yük, Peter’ın kişilik gelişimini derinden etkiliyor. Unutmamak gerekir ki narsisizm, sağlıklı öz saygıdan patolojik bozukluklara uzanan geniş bir spektrumdur. Peter, bu spektrumun en uç ve karmaşık noktasında yer alıyor.

Yetişkinliğinde dışarıdan bakıldığında son derece başarılı, güçlü, hatta karizmatik bir adam oluyor. Önemli insanlarla tanışıyor, silah endüstrisinde büyük paralar kazanıyor. Ancak bu parlak yüzeyin altında fırtınalar kopuyor. Peter, Volkan’ın “kötücül narsisistik kişilik bozukluğu” olarak tanımladığı bir durum geliştiriyor. En basit haliyle narsisistik kişilik bozukluğu, kişinin kendini aşırı derecede önemli görmesi, sürekli hayranlık beklemesi, empati kurmakta zorlanmasıdır. Ancak Peter’ın durumu daha karmaşık. Onun narsisizmi “kötücül” çünkü büyüklenmeci benliğini korumak için başkalarına (bu vakada hayvanlara) karşı aşırı saldırganlık ve sadizm sergiliyor.

Peter, iç dünyasını “ada imparatorluğu” olarak tanımlıyor. Kendini, dış dünyadan yalıtılmış, her şeyin kendi kontrolünde olduğu bir adanın tek hükümdarı gibi hissediyor. Bu “imparatorluk”, onun kırılgan özdeğerini korumak için inşa ettiği psikolojik bir kale. Dışarıdan gelen her türlü tehdidi (eleştiri, reddedilme, bağımlılık hissi) bu kalenin duvarlarına çarptırıp etkisiz hale getirmeye çalışıyor. Analisti Dr. Pine’ı bile başlangıçta bu adaya sokmuyor, onu küçümsüyor, kontrolün kendisinde olduğunu hissettirmeye çalışıyor.

Avcılık, Tahnitçilik ve Diğer Savunmalar

Peter’ın “hayvan katilliği” bu narsisistik yapının en belirgin dışavurumu. Özellikle kendini aşağılanmış veya kontrolünü kaybetmiş hissettiğinde, helikopterle geyik sürülerini makineli tüfekle taramak gibi aşırı avlanma eylemlerine yöneliyor. Bu, onun için sadece bir hobi değil; travmatize olmuş benliğini, Gregory’den devraldığı “avlanan” olma korkusunu bastırmanın bir yolu. Avcı olarak, kontrolü elinde tutan, saldıran taraf oluyor; kurban değil, fail olmayı seçiyor. Topladığı “agresif zaferler” onun büyüklenmeci benliğini besliyor, içindeki boşluk hissini ve aşağılık duygularını örtmeye yarıyor.

Tahnitçilik (hayvan doldurma sanatı) ise bu savunma mekanizmasının bir başka katmanı. Öldürdüğü hayvanları doldurup evindeki özel odasında sergilemesi, ölümü kontrol etme, onu “canlı” gibi gösterme, yani travmayı ehlileştirme ve ona hükmetme çabasını simgeliyor. Bu oda, onun hem “ada imparatorluğu” hem de sembolik olarak Gregory’nin yaşadığı esir kampının bir yansıması; ölü yaratıklarla çevrili, kontrolün tamamen kendisinde olduğu bir alan.

Peter’ın alkol bağımlılığı ve bulimiası (aşırı yiyip sonra kusma) da çocukluk travmalarıyla bağlantılı. Aşırı yeme, onu sürekli besleyen anne ve anneannesine olan bağımlılığını; kusarak kilosunu kontrol altında tutma ise hem bu bağımlılığa bir isyanı hem de Gregory’nin esir kampında çektiği açlığı sembolik olarak reddetmeyi ifade ediyor olabilir.

Sembollerin Dili: Kuş Evi ve Rakun Deneyimi

Psikanaliz süreci, Peter’ın iç dünyasındaki sembolleri anlamlandırmada kilit rol oynuyor. İki önemli örnek öne çıkıyor:

  1. Gregory’nin Kuş Evi: Gregory’nin yeni evlerinin bahçesine yaptığı, her katına numaralar verdiği, yavruları düşmesin diye özen gösterdiği çok katlı mor kırlangıç evi, aslında onun esir kampı deneyiminin tam tersini yaratma çabası. Orada ölüm ve korku varken, burada yaşam, kontrol ve koruma var. Yavru kuşlar, hem Gregory’nin kurtarmak istediği kendi travmalı parçasını hem de üzerine bu yükü yığdığı Peter’ı temsil ediyor. Gregory, bu sembolik yuvayı koruyarak kendi içsel cehennemini dışsallaştırıp kontrol etmeye çalışıyor.
  2. Rakun Deneyimi: Peter’ın ergenlik çağında Gregory ile ilk ava çıktığında, bir dereden su içen rakunla kendini özdeşleştirip aynı pis suyu içmesi ve ardından hastalanıp ciddi kilo vermesi, onun bilinçsizce Gregory’nin Bataan’daki acısını üstlendiği anlardan biri. Rakunun çökük gözleri ona esir kampı fotoğraflarını hatırlatıyor. Bu sembolik eylem, onun fiziksel ve psikolojik dönüşümünün (kilo verme, vücut geliştirme, askeri okula gitme) başlangıcı oluyor.

İyileşme Yolculuğu: Terapi, İlişki ve Dönüşüm

Peter’ın Dr. Pine ile yaptığı ve Vamık Volkan’ın denetlediği psikanaliz süreci inişli çıkışlı, zorlu bir yolculuk. Bu süreç, terapötik ilişkinin kendisinin de ne kadar karmaşık olabileceğini gösteriyor. Başlangıçta direnç gösteren, analisti Dr. Pine’ı küçümseyen, onu kendi “ada imparatorluğu”ndan uzak tutmaya çalışan Peter, terapistin sabrı, tutarlılığı ve Volkan’ın süpervizyonuyla sağlanan doğru yorumlarla yavaş yavaş açılmaya başlıyor.

Dr. Pine için de bu süreç kolay olmuyor. Peter’ın yoğun narsisistik savunmaları ve saldırganlığı, terapistte de zorlayıcı duygular uyandırabiliyor (karşı aktarım). Dr. Pine’ın zaman zaman Peter’a karşı hissettiği kızgınlık veya bir seansı unutması gibi durumlar, terapistin de kendi iç dünyasıyla mücadele ettiğini ve süpervizyonun bu noktada ne kadar hayati olduğunu gösteriyor. Zamanla, Dr. Pine, Peter için sadece geçmişteki travmatik figürlerin bir yansıması olmaktan çıkıp, onun içsel dünyasında değişim yaratabilecek “yeni bir nesne” haline geliyor.

Annesinin hastalığı gibi dışsal olaylar, Peter’ın narsisistik savunmalarını geçici olarak kırıyor ve ağlamasına, çocukluk anılarını (öz babası tarafından reddedilme, anneannesiyle uyuma, vb.) ve travmatik duygularını (suçluluk, pişmanlık) ifade etmesine olanak tanıyor.

Rüyalar, bu süreçte önemli bir rol oynuyor. “Kral Tut” rüyası, onun çocukluğundaki “hapsolmuşluğunu” ve altın bir maske ardına gizlenen kırılganlığını; geyik sürüsünü öldürmediği rüya, saldırganlığından vazgeçişini; suyun üzerinde yürüdüğünü sandığı ama aslında bir denizaltı (Gregory’yi temsil eden) üzerinde olduğunu fark ettiği rüya ise büyüklenmeci yanılsamalarının çöküşünü simgeliyor.

Tedavinin ilerleyen aşamalarında Peter, “kritik eşik” deneyimleri yaşayarak iç dünyasındaki iyi ve kötü, sevilen ve nefret edilen imgeleri bütünleştirmeye başlıyor. Gregory’yi idealleştirmekten vazgeçiyor, onun da zayıflıkları olduğunu kabul ediyor ve ona yığdığı travmatik benliği sembolik olarak geri verme ihtiyacı duyuyor. Bu amaçla, Gregory’ye Bataan’daki kahramanlığı için bir madalya verilmesini sağlıyor. Ancak bu “plan” beklenmedik bir sonuç veriyor; Gregory, travmalarını dışsallaştırdığı sembolik alanlardan (kuş evi, Peter) mahrum kalınca semptomları geri dönüyor. Peter, üvey babasına yardım etmek için eski evlerini geri alıp kuş evini tekrar kurarak hem ona destek oluyor hem de kendi içsel bütünleşmesini sağlıyor.

Son Söz: Gölgeden Aydınlığa

Tedavinin sonunda Peter, artık “hayvan katili” değil. Avcılığa ilgisi azalmış, ailesiyle daha sıcak ilişkiler kurmuş, içindeki “ortalama” insanı kabullenmiş ve “ada imparatorluğu”ndan çıkıp gerçek dünyaya adım atmıştır. Şömineden kurtardığı kuş, onun kendi özgürleşmesinin son ve güçlü bir sembolü haline geliyor.

Peter’ın hikayesi bize ne anlatıyor? Travmaların, özellikle de konuşulmayan, yas tutulmayan travmaların nesiller boyunca nasıl gölgeler bırakabileceğini gösteriyor. Gregory’nin sessizliği, bu aktarımın en büyük kolaylaştırıcısı oluyor. Narsisizmin genellikle derin yaraları örtmek için kullanılan karmaşık bir savunma mekanizması olabileceğini hatırlatıyor. Dışarıdan görünen başarının, içsel acıyı gizleyebileceğini gösteriyor. Ve en önemlisi, sabır, uzmanlık ve güvene dayalı bir terapötik ilişkinin ve psikanaliz gibi derinlemesine terapilerin, en zorlu vakalarda bile içsel dünyayı yeniden yapılandırma ve iyileşme sağlama gücüne sahip olduğunu kanıtlıyor. Bu türden travma döngülerini kırmak ve daha sağlıklı nesiller yaratmak mümkün.

Unutmayalım, hepimizin içinde keşfedilmeyi bekleyen “adalar”, anlaşılmayı bekleyen “semboller” ve iyileşmeyi bekleyen “gölgeler” olabilir. Kendimize ve başkalarına şefkatle yaklaşmak, gerektiğinde yardım istemekten çekinmemek, bu içsel yolculuklarda atılacak en önemli adımlardan biri…

Sevgi ve merakla kalın!

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir